Küresel
Bir Sağlık Sorunu Olarak Antibiyotik Direnci
Antibiyotikler,
mikroorganizmaların neden olduğu enfeksiyon hastalıklarının tedavisinde ve
profilaksisinde kullanılan, klinik açıdan çok büyük önem taşıyan ilaçlardır.
Antibiyotiklerin keşfi, insan sağlığı açısından önemli bir dönüm noktası olmuş
ve bu ilaçların klinikte kullanılmasını takiben enfeksiyon hastalıklarına bağlı
mortalite ve morbidite oranları dramatik olarak azalmıştır. Bununla birlikte
antibiyotiklerin keşfiyle neredeyse eş zamanlı olarak, mikroorganizmaların bu
ilaçlara karşı direnç kazanabileceği ve gerekli önlemlerin alınmaması durumunda
mevcut antibiyotiklerin enfeksiyon hastalıklarının tedavisinde etkisini
kaybedeceği, dolayısıyla insanlığın antibiyotik öncesi dönemle yeniden
karşılaşabileceği öngörülmüştür.
Antibiyotik
direncinin klinik yansımasının korkulan boyutlara ulaşmasını engellemek için
yapılacak girişimlerden birisi yeni antibiyotik ilaçların keşfi olarak
değerlendirilmiş ve penisilinin keşfini takiben, bu alanda kısa süre içinde
büyük gelişme sağlanmıştır. Ancak o dönemde de, direnç gelişiminin önüne
geçilmediği sürece, insanlığın patojen mikroorganizmalarla savaşı eninde
sonunda kaybetmeye mahkûm olduğu kehaneti, endişe yaratmaya devam etmiştir.
Nitekim yeni antibiyotik keşifleri son dekadlarda büyük ölçüde yavaşlarken,
çoklu antibiyotik direnci gösteren mikroorganizmalara rastlanma sıklığı önemli
ölçüde artmış ve antibiyotiklerin etkisini kaybettiği bir gelecek giderek daha
yakında belirmeye başlamıştır.
Antibiyotik
direncini önlemeye yönelik küresel girişimlerin öneminin fark edilmesi yeni bir
durum değildir. Dünya Sağlık Örgütü Genel Kurulu 1998 yılında üye ülkelerin
antibiyotik direncine karşı harekete geçmesi kararını almış; 2001 yılında
antibiyotik direncinin sınırlandırılmasına yönelik DSÖ Global Strateji ’si
yayınlanmıştır. Dünya Sağlık Örgütü Genel Kurulu’nun 2005 yılı kararı,
antibiyotik direncini sınırlama konusunda kaydedilen ilerlemenin yavaşlığına
dikkat çekerek sağlayıcı ve tüketicileri akılcı antibiyotik kullanımına
çağırmıştır. Halk sağlına yönelik tehdidin önemine dikkat çekmek adına DSÖ,
2011 Dünya Sağlık Gününün temasını antibiyotik direnci olarak belirlemiş ve
direnç gelişimini durdurmak için tüm dünyayı bu konuyu düşünmeye, konuyla
ilgili harekete geçmeye ve sorumluluk almaya çağırmıştır.
Antibiyotik
direnci tüm dünyayı ve sadece bu günü değil geleceği de ilgilendiren, çok
önemli bir sağlık sorunudur. Günümüz teknolojik ve ekonomik koşullarının
yardımıyla uluslararası seyahat sıklığının artmasının bir sonucu olarak,
dünyanın herhangi bir bölgesinde ortaya çıkan antibiyotik direnci sorunu çok
kısa süre içinde tüm dünyayı kapsayan bir boyuta ulaşmaktadır. Bu nedenle,
ulusal düzenlemeler ve çalışmalar, dünya genelinde antibiyotik direncinin
kontrol altına alınmasında kilit rol oynamakta, ancak başarıya ulaşmak için tüm
ulusal programların aynı başarı seviyesine ulaşmaları gerekmektedir. Zira
dünyanın herhangi bir bölgesindeki sorun, tüm dünyanın sorunudur.
Dünya Sağlık
Örgütü’nün antibiyotiklere direnç gelişimiyle mücadele için belirlediği
program, konuyla ilgili ulusal programların hazırlanmasını, programa uyulmasını
ve sivil toplum katılımının teşvik edilmesini; denetim ve laboratuvar
kapasitelerinin artırılmasını; temel ve etkisi kanıtlanmış ilaçlara kesintisiz
erişimin sağlanmasını; uygun hasta bakımıyla birlikte antibiyotiklerin
(veterinerlik, tarım ve hayvancılık, tekstil sektörü vb. kullanımları da dahil)
akılcı kullanımlarının düzenlenmesini; enfeksiyon hastalıklarının gelişmesinin
ve kontrol edilmesinin daha etkili hale getirilmesini ve yeni ilaçların geliştirilmesine
yönelik AR-GE çalışmalarını kapsayan ulusal ve uluslararası pek çok kurum,
organizasyon ve sivil toplumun koordinasyon ve işbirliğini gerektiren bir
hareket planını içermektedir.
Antibiyotik Direnci
Tanımı ve Algısı
İlaçların
belirli bir dozda oluşturduğu etkinin aynı dozda tekrarlayan kullanımlarından
sonra azalması veya aynı etkiyi oluşturmak için daha yüksek dozda
kullanılmalarının gerekliliği, ilaç etkisine karşı direnç gelişimi olarak
tanımlanmaktadır. Aynı durum, etki mekanizması vücutta hastalık oluşturan
patojenleri öldürmek veya baskılamak olan ilaçlar (antibiyotikler,
antineoplastikler) için geçerli olduğunda, ilaca dirençli patojenlerden
bahsedilir.
Bakterilerde
antibiyotiklere karşı direnç gelişiminden sorumlu olan genler spontan ya da indüklenen
mutasyonlarla veya direnç genlerinin başka bakterilerden transfer edilmesiyle
kazanılmaktadır. Antibiyotiklere maruziyet durumunda bu direnç genleri, bu
genleri taşıyan bakterilerin hayatta kalma şansları daha fazla olduğu için,
doğal olarak seçilmekte ve bu genleri taşıyan bakterilerin ekosistemde
kapladığı yer artmaktadır.
Antibiyotiklere
karşı direnç gelişimi, antibiyotiklerin keşif sürecinin ilk zamanlarından
itibaren bilinmektedir. Zira penisilini keşfeden Alexander Fleming, 1945
yılında Nobel ödülünü alırken yaptığı konuşmasında, laboratuvar ortamında
mikroorganizmaların kendilerini öldürmeye yetmeyen dozlarda penisiline belirli
bir süre maruz kalmaları durumunda penisilin direnci kazanacaklarını ve aynı
durumun vücutta da geçerli olduğunu söylemiştir.
Doğada
antibiyotik direnç genlerinin varlığının kökeninin incelenmesine yönelik
çalışmalar bu genlerin ve dolayısıyla bakterilerde gözlenen antibiyotik
direncinin insanların tedavi amaçlı olarak antibiyotikleri kullanmaya
başlamalarından çok daha önce de var olan doğal bir fenomen olduğunu
göstermektedir. Doğada antibiyotik varlığının antibiyotiklerin keşfinden çok
daha önce de mevcut olduğu düşünüldüğünde bunun beklenilen bir durum olduğu
kabul edilebilir.
Günümüzde
antibiyotik direnç mekanizmaları bakterilerin evrimsel sürecinin bir parçası
olarak kabul edilmektedir. Buna göre, antibiyotik direncinin hep var olduğu
gibi her zaman da var olacağı ve etkisine direnç olmayan bir antibiyotiğin
olmadığı ve olmayacağı öngörülmekte ve antibiyotik direnciyle mücadele planının
bu varsayım üzerinden gerçekleştirilmesi gerektiği kabul edilmektedir. Ayrıca,
klinik açıdan önem taşıyan direnç mekanizmaları ve dirençli bakteri türlerinin
zaman içinde değişiklik gösterebileceği düşünülmektedir. Bu nedenler, belirli
aralıklarla yeni antibiyotiklerin üretilmesinin; bu antibiyotiklerin belirli
direnç mekanizmalarına spesifik olmalarının ve kullanımlarının bu durumlarla
sınırlı olmasının gerektiğini düşündürmektedir.
Son yıllarda
yapılan çalışmalar belirli bir bakterideki çoklu ilaç direncinin yanısıra, tüm
bakterilerdeki direnç faktörlerinin toplamından oluşan ve “rezistom” adı
verilen direnç havuzu kavramına yer vermektedir. Bu havuzdaki bakteriler sadece
patojen bakterileri değil patojen olmayan bakterileri de kapsamaktadır. Bu
yaklaşım değişikliğinin altında yatan sebep, bakterilerin direnç genlerini
horizontal olarak farklı bakteri türlerine aktarabilmeleridir. Rezistomun daha
iyi anlaşılmasının, sadece içinde bulunulan zamanda klinik açıdan önem taşıyan
direnç mekanizmalarına yönelik değil, gelecekte önem kazanabilecek yeni direnç
mekanizmaları hakkında da fikir sağlayarak yeni ilaçların keşif sürecinde
önemli faydalar sağlayabileceği umut edilmektedir.